Böyle Olur Hindistan'ın Düğünü
Bu konuya buradan geldik.
Sonunda düğün gelip çatıyor, 19 Şubat. Hazırlıklar ve törenler günlerdir sürüyor. Ağırlama telaşı da öyle. Ağırlama derken, Türkiye'deki düğünler gibi sanmayın. Tamam, Türkiye'de de eşi-dostu eğlendirmek için yapılır bu aktivite, ama Hindistan'da "ağırlama telaşı" dediğim zaman, alınmasınlar diye hiç ama hiç kimsenin unutulmadığı, tüm akraba, arkadaş ve komşulardan oluşan 2500 küsur kişilik davetli listesinden bahsediyorum. Şehir dışından gelen herkesin konaklama masrafları da dahil. Boşuna dünya altın piyasasının gidişatını belirlemiyor bu aktiviteler yani...
Çiftimiz, sabah 5'te, tahtırevanla geliyor düğün alanına. Kocaman, birkaç futbol sahası büyüklüğünde bir alan var kentte, düğünler bu alandaki birkaç binada yapılıyor. Bizim düğün Maçka Parkı boyutlarında bir alanda. Konuklar, ellerinde valizlerle geliyor. Ana girişten salona kadar danslar, şarkılar eşliğinde salona giriyorlar. Salonun her yeri çiçekler, oyuncak bebekler, pirinç ve çiçek yapraklarıyla oluşturulmuş desenlerle süslü. Sahneye yakın olmayanlar için kocaman ekranlar yerleştirilmiş etrafa. Aynen Türkiye'deki gibi, kız tarafı-oğlan tarafı sohbetleri var, "sen kimlerdensin" eşliğinde. Bizim oğlan, bizim kızı biraz zor aldı, arada kast farkı vardı - bunun kıvancı da alınganlığı da annelerin üzerinde, çok net hissediliyor. Sahnede ise, artık çok yaşlandığı için bütün güne katılamayan din adamının, yerine gönderdiği oğlu var. Dualarla evlenen çifti ve ailelerini kutsuyor. Akış şöyle:
Dualar, kutsanma, arınma
Yemek
Yakındaki bir otelde kiralanan odalara gidiş ve üst değiştirme
Alana dönüş, yeni ayin/tören
Bu ritüel, dört kez tekrarlanıyor. Konukların neden valizlerle geldiği belli oluyor: bir düğünde dört kere kostüm değiştiriliyor. O kostümlerin şatafatını, o renklerin güzelliğini, ahengini anlatamam.
Yemek faslı ise başlı başına bir hikaye. Upuzun masalara yerleşiyoruz. Muz yaprakları demiştim ya? Heh, işte o muz yaprakları önümüze seriliyor, birer şişe de su veriliyor. Tabakları bekliyorum. Ben tabakları beklerken sudan ellerine döküp, ellerini muz yapraklarının üzerinde gezdiriyorlar. Hayretle izliyorum: o muz yaprakları amerikan servis falan değil, düpedüz tabak. "Yıksana tabağını" diyorlar. Ellerim mi daha kirli, ellerimi yıkamak için gittiğim toplam 2500 kişi tarafından kullanılan tek musluğun kenarındaki sabun mu, yoksa yapraklar mı bilemiyorum. En doğalının yaprakların üzerindeki kalıntılar olabileceğine karar veriyorum, zira diğer alternatifler dizanteri içerebilir. Sıra yemek servisine geliyor. 10-12 yaşından büyük olmayan çocuklar ellerinde plastik kovalar ve kepçelerle geliyor. Bunun çocuk işçiliği olup olmadığını merak ediyorum. Evet, öyleymiş - "ama çocukların ailelerini geçindirmeleri için başka seçenek yok" yanıtını alıyorum. Muz yapraklarının üzerine ellerindeki kovalardaki yiyeceklerden birer kepçe/birer adet bırakıp ilerliyorlar. Yaklaşık 25 çeşit yemek var gün içinde sunulan her bir öğünde. Tatlının yanında çılgınca acı, ekşi, kıvamına ve içeriğine göre ayrılmaksızın servis ediliyor. Bunda benim için kötü bir yan yok - evde de her şeyi birbirine karıştırıp erim, üstelik Hint yemeği dendi mi akan sular durur. Ama yol arkadaşımın çektiği acı yüzünden okunuyor. Acısına ortak olamıyorum, yediklerimin hepsi bir yıl boyunca 'bizim' mutfakta pişenlerden, ve bu tadları çok özlemişim.
Akşamın sonunda yorgun argın ama mutlu, otele dönüyoruz. Ertesi sabah, evime doğru yola çıkıyorum ve doğum günüm bitmeden, saat 23:30'da evin kapısını çalıyorum. Bir yol halini daha noktalıyorum, aklımda bir sonraki yol var.
Sonunda düğün gelip çatıyor, 19 Şubat. Hazırlıklar ve törenler günlerdir sürüyor. Ağırlama telaşı da öyle. Ağırlama derken, Türkiye'deki düğünler gibi sanmayın. Tamam, Türkiye'de de eşi-dostu eğlendirmek için yapılır bu aktivite, ama Hindistan'da "ağırlama telaşı" dediğim zaman, alınmasınlar diye hiç ama hiç kimsenin unutulmadığı, tüm akraba, arkadaş ve komşulardan oluşan 2500 küsur kişilik davetli listesinden bahsediyorum. Şehir dışından gelen herkesin konaklama masrafları da dahil. Boşuna dünya altın piyasasının gidişatını belirlemiyor bu aktiviteler yani...
Çiftimiz, sabah 5'te, tahtırevanla geliyor düğün alanına. Kocaman, birkaç futbol sahası büyüklüğünde bir alan var kentte, düğünler bu alandaki birkaç binada yapılıyor. Bizim düğün Maçka Parkı boyutlarında bir alanda. Konuklar, ellerinde valizlerle geliyor. Ana girişten salona kadar danslar, şarkılar eşliğinde salona giriyorlar. Salonun her yeri çiçekler, oyuncak bebekler, pirinç ve çiçek yapraklarıyla oluşturulmuş desenlerle süslü. Sahneye yakın olmayanlar için kocaman ekranlar yerleştirilmiş etrafa. Aynen Türkiye'deki gibi, kız tarafı-oğlan tarafı sohbetleri var, "sen kimlerdensin" eşliğinde. Bizim oğlan, bizim kızı biraz zor aldı, arada kast farkı vardı - bunun kıvancı da alınganlığı da annelerin üzerinde, çok net hissediliyor. Sahnede ise, artık çok yaşlandığı için bütün güne katılamayan din adamının, yerine gönderdiği oğlu var. Dualarla evlenen çifti ve ailelerini kutsuyor. Akış şöyle:
Dualar, kutsanma, arınma
Yemek
Yakındaki bir otelde kiralanan odalara gidiş ve üst değiştirme
Alana dönüş, yeni ayin/tören
Bu ritüel, dört kez tekrarlanıyor. Konukların neden valizlerle geldiği belli oluyor: bir düğünde dört kere kostüm değiştiriliyor. O kostümlerin şatafatını, o renklerin güzelliğini, ahengini anlatamam.
Yemek faslı ise başlı başına bir hikaye. Upuzun masalara yerleşiyoruz. Muz yaprakları demiştim ya? Heh, işte o muz yaprakları önümüze seriliyor, birer şişe de su veriliyor. Tabakları bekliyorum. Ben tabakları beklerken sudan ellerine döküp, ellerini muz yapraklarının üzerinde gezdiriyorlar. Hayretle izliyorum: o muz yaprakları amerikan servis falan değil, düpedüz tabak. "Yıksana tabağını" diyorlar. Ellerim mi daha kirli, ellerimi yıkamak için gittiğim toplam 2500 kişi tarafından kullanılan tek musluğun kenarındaki sabun mu, yoksa yapraklar mı bilemiyorum. En doğalının yaprakların üzerindeki kalıntılar olabileceğine karar veriyorum, zira diğer alternatifler dizanteri içerebilir. Sıra yemek servisine geliyor. 10-12 yaşından büyük olmayan çocuklar ellerinde plastik kovalar ve kepçelerle geliyor. Bunun çocuk işçiliği olup olmadığını merak ediyorum. Evet, öyleymiş - "ama çocukların ailelerini geçindirmeleri için başka seçenek yok" yanıtını alıyorum. Muz yapraklarının üzerine ellerindeki kovalardaki yiyeceklerden birer kepçe/birer adet bırakıp ilerliyorlar. Yaklaşık 25 çeşit yemek var gün içinde sunulan her bir öğünde. Tatlının yanında çılgınca acı, ekşi, kıvamına ve içeriğine göre ayrılmaksızın servis ediliyor. Bunda benim için kötü bir yan yok - evde de her şeyi birbirine karıştırıp erim, üstelik Hint yemeği dendi mi akan sular durur. Ama yol arkadaşımın çektiği acı yüzünden okunuyor. Acısına ortak olamıyorum, yediklerimin hepsi bir yıl boyunca 'bizim' mutfakta pişenlerden, ve bu tadları çok özlemişim.
Akşamın sonunda yorgun argın ama mutlu, otele dönüyoruz. Ertesi sabah, evime doğru yola çıkıyorum ve doğum günüm bitmeden, saat 23:30'da evin kapısını çalıyorum. Bir yol halini daha noktalıyorum, aklımda bir sonraki yol var.
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorumunuz için teşekkürler.