Bangalore

Bu konuya buradan geldik.


Jack Kerouac, "arkamda hiçbir şey yok, bütün yollar gibi, her şey önümde uzanıyor" demiş yolda olmak üzerine. Daha güzel bir his tanıyan beri gelsin. 



Katar üzerinden Bangalore'a uçuyorum. Havaalanında karşılıyorlar, saat sabahın 4'ü. Bizimkilerin eviyle karşı karşıya olan bir otelde ayırttıkları odaya yerleşiyoruz. Eyvahlar olsun, oda bir yatak ve beton tabanlı bir banyodan ibaret, ve her ikisi de hiç temiz değil. Neyse ki yol arkadaşım, Selmin Abla, benden daha akıllı davranıp yanında ipad getirmiş. Acilen bir başka otel bulup, kendimizi temiz çarşaflar ve temiz banyo ikilisinin medeniyetine atıyoruz. Ev sahiplerimi kırmaktan dolayı çok mahçubum, ama hatır için bile yapamayacaklarım var. Aklınızda bulunsun, yolunuz Bangalore'a düşerse, Ramada kalınabilir ve merkezi bir otel.



Bangalore ya da kendi adıyla Bengaluru, 1 milyar nüfuslu Hindistan'ın, Karnataka eyaletinin baş kenti. Hindistan'ın silikon vadisi olarak adlandırıyorlar bu kenti, ancak beklentileri bu anlamda yüksek tutmamakta fayda var. Bangalore'da turistik anlamda çok fazla imkan yok. Katı bir sınıf bilinci olan Hindistan'da orta sınıf, yeni bulunmuş özgürlüğünün, "eğitim alma ve çalışabilmenin" nimetlerinden faydalanıyor. Çoğu genç insan hem Hindistan kökenli şirketlerde, hem de uluslararası zincirlerde çalışıyor. Beyin göçü de azımsanmayacak boyutlarda. Ve kent inanılmaz derecede İstanbul'u, Şişli taraflarını hatırlatıyor bir şekilde: bir tarafta villalar ve rezidanslar, diğer tarafta çıplak çocukların koşturduğu, çöp tepecikleriyle kaplı sokaklar, tenekeden evler. Yürüyerek gezmek konusunda evin sakinleri de benim gibi düşünüyor - hiçbir ayrıntıyı kaçırmamak için en iyi yöntem. Ve tabii şaşırmak için de. Bir meyve satıcısı aldığımız meyveyi;  bir nevi hindistan cevizi, bize aşina olan kahverengi, sert ve küçük olan değil de, yeşil, daha sulu ve meyve kısmı kremamsı olanı; bize vermeden önce elindeki palayla birer kapak açıyor. Kenardaki pipetlerden birer taneyle elimize tutuşturuyor. Annemin   uyarıları kulaklarımda: "Sakııın sokkatan yemek yeme sakınn!", aşı da olamamışım zaten gelmeden. Gülümseyerek bir yudum çekiyorum. Çok ferahlatıcı, o sıcakta iyi geliyor. Suyu   bitince, aynı satıcıya veriyoruz "boşları". Ama kolumdan tutuyor ev sahibi, "bekle" diyor. Meğer daha bitmemiş, satıcı aynı palayla meyveyi ikiye bölüyor. Kabuğundan bir parça ile birlikte geri veriyor. Bu parçayı kaşık gibi kullanarak meyveyi de yiyoruz. Ardından, bir başka sokak satıcısından şeker kamışı suyu alıyoruz. Bulanık, açık sarı, üstü köpük köpük. İçmemek için her türlü nedenim var, işte bu yüzden içiyorum =) iyi ki de içmişim, düşündüğüm kadar tatlı değil, hafif baharatlı, serinletici.



Eve döndüğümüzde, en sevdiğim Hint yemeği karşılıyor: Dosa! Nasıl mutluyum =) Masaya yerleşiyoruz. Etrafa bakıyorum bir yandan, mobilyalara aşığım. Masif, oymalı, zarif, oturaklı. Evin içinde tapınak var, her evin bir tanrısı var ve bu tapınaklardaki sunaklarda her gün tanrılarına adaklar (meyveler ve çiçekler) sunuyorlar, tütsü yakıyorlar ve dua ediyorlar. Kimsenin gözüne sokmadan, sokaklara taşmadan, reklama girmeden. Çok sade, çok samimi.


Servis başlıyor. Arkadaşımın büyük annesi olduğunu tahmin ettiğim, çok yaşlı biri yapıyor servisi. Yardım etmek için kalkıyorum - yine kolumu tutuyor, bu sefer "otursana" diyor, "ne yapıyorsun?" Kabalık ettiğimi düşünerek utanıyorum ve oturuyorum. Ne de olsa başka bir kültür, sorsa mıydım kalkmadan? "Afedersin" diyorum, "büyük anneye yardım etmek istemiştim". Yanıt hem şaşırtıyor, hem üzüyor, hem de kızıyorum, ama yine başka kültür, başka hayatlar diyerek susuyorum : "büyük annem değil o, hizmetçimiz".


Öğleden sonra, şehri gezmek için çıkıyoruz. Riksha denen taksilerle Lal Bagh denen botanik bahçesine gideceğiz. Önceden uyarıldık: çok sıkı pazarlık yapmak gerekiyor, yapıyoruz 70 rupiye götürürüm diyor. 53 rupi yaklaşık iki buçuk lira. Mesafe uzun olduğundan, fiyat makul. Yolda, ellerimiz yüzümüzde "eyvaahh!" diyerek gidiyoruz. İnsanlar, arabalar, inekler, kim bilir kaç kaza atlatıyoruz. Lal Bagh, gördüğüm en ilginç düzenlenmiş botanik bahçesi. Bitkiler saksılarla etrafta kümelenmiş. Bir ay önce biten çiçek festivalinden arta kalan Dönüşte, bir başka riksha bizi eve bırakıyor. 300 rupi ile başlayan pazarlık, 100 rupiye iniyor. Varışta, araçtan inip verdiğim 100 rupinin üzerini istiyorum. "İngilizce bilmiyorum" diyerek gaza basıp gidiyor.


Yemek yemek için epey dolaşıyoruz, yemek konusunda ben mutluluktan dört köşeyken yol arkadaşım aç kalıyor çünkü her şey Hint mutfağına uyarlanmış, Hindu damak tadına göre ince ayar görmüş. Kentucky'nin burgerleri, Pizza Hut'ın pizzaları, bütün zincirler buralı. Neyse ki Hard Rock Cafe aslına sadık kalmış. 




Sonraki gün, çarşıya gidiyoruz: çoğu kentteki gibi rengarenk, canlı, hareketli, gürültülü, yaşayan bir alan. Çoğu kentte olmadığı kadar kalabalık ve eklektik. Ne ararsak var, üstelik aramayı düşünmeyeceğimiz yerlerde. Meyve tezgahlarında çorap ve bilezik, karanlık ve tuhaf pasajlarda adını bilmediğimiz nebat, çanak-çömlek, komik paralara küçük elektronik eşyalar, ve bütün kadınların saçında ve baktığımız her yerde güzel kokulu, taze çiçekler. En çok da tapınaklarda - kentin en temiz, en bakımlı yerleri tapınaklar. Herkese açıklar. Tek koşul, içeri girerken ayakkabıları çıkarmak. İçeride, herkes eşit. Ne bir eksik, ne bir fazla. Cinsiyetinden ya da giysilerinden dolayı kimse sınırlanmıyor, kapıda kalmıyor. Tanrılarıyla istedikleri gibi konuşmakta özgürler. Ve burada da her yerde olduğu gibi rengarenkler. Resimler, tanrı heykelleri, çanlar, mumlar, tütsüler, çiçekler...


Çarşının içinde bir de kilise var - onu da kendilerine benzetmişler, yanıp sönen ışıkların içinde, cam kutulardaki ikonaların ve sıraların etrafı rengarenk çiçekler ve neonlarla bezeli. Tapınaklarda kendi tanrı figürlerine dokunarak ibadet ediyorlar, bu kilisede ise sembollere dokunmak o kadar hoş karşılanmıyor olsa gerek, araya mesafe koymak için de camdan muhafazaların içinde Meryem Ana. Kiliseye çıkan sokaklarda dini figürlerin LED ışıklı tabloları satılıyor. Az ilerde muz yaprakları satılıyor - bunların işlevini tahmin bile edemezsiniz, bir sonraki yazıyı bekleyin =)



 











Alış-veriş kısmı çok keyifli. Bangle denen metal ve cam bilezikler, hint kınası, halhallar, alın yahut buruna yapıştırılan ve kelime anlamı 'damla' olan bindiler alıyoruz. Ve tabii çıfıt çarşısı adını hak eden dükkanlardan tütsülükler, asma kilitler, fenerler, çanlar, iyi şans figürleri, yelpazeler... Türkiye'ye ulaşmamış pek fazla şey yok alınacak. Ama kumaşlar, ah o kumaşlar... Fabindia denen harika yere gidiyoruz. Perdeler, masa ve yatak örtüleri, sariler arasında kayboluyoruz. Yorgun argın otele dönüş, ertesi gün düğün!

Not: Bu vesileyle, Hindistan'a gideceklere birkaç küçük tavsiye vermek isterim.


- Açık fikirli olun. önyargısız gidin. Pisler, ilkeller, şu bu diyen gudik zihniyeti duymayın, muhtemelen mahallesinden çıkmadan yaşamıştır. Son derece iyi niyetli, naif, dürüst insanlar. İ.Ö. 3000'e dayanan bir kültür. Dikkat çekici mimari, rengarenk bir tevekkül, harika yemekler. Gözü kapalı bir ömür yerleşmeye gitmiyorsanız, çekinecek, endişelenecek bir şey yok. Yaşanmışlık hanenize bir artı eklersiniz.


- Seyahati planlamaya 6 ay önceden başlayın. Bulunduğunuz ildeki seyahat sağlığı birimlerine başvurup olmanız gereken aşıları öğrenin, çünkü örneğin hepatit kürü 6 aya yayılıyor. Bu süreden daha geç başvurursanız, benim gibi aşı olmadan gitmek zorunda kalıyorsunuz. Hindistan gezisine muhalif aile ve arkadaşlar da "dizanteri olursuun" paniğini siz dönene kadar sürdürüyor. 


- Katar havayolları ile uçtum. Valizimde kırılabilecek ne varsa kırıldı. Bu tür durumlarda, hemen havaalanındaki kayıp eşya bürosuna gidip tutanak tutturmak gerekiyormuş. Ben çok geç öğrendim, aklınızda bulunsun.


- Katar'da aktarma için 7 saatten fazla bekleyecekseniz, Türk pasaportlu yolcular 50 dolar karşılığında vize alıp ülkeye girebiliyor. 7 saat ve altı için, havaalanında uzun bir bekleme süresine hazır olun.


- Konaklayacağınız yeri kendiniz seçiyorsanız, mutlaka çeşitli web sitelerindeki yorumları okuyun. Özellikle hijyen ve konfora dair çekinceleriniz varsa, çok kişi tarafından olumlu yorum almış yerleri tercih edin.


- Konaklayacağınız yeri, benim durumumda olduğu gibi ev sahibiniz seçiyorsa, ve check-in yaptığınızda standartların size uymadığını fark ederseniz, acilen oda, gerekirse otel değiştirmek için girişimde bulunun. Zira talepleriniz, örneğin odanın temizlenmesi, çarşafların değişmesi, temiz havlu, vb; sonuca ulaşmayabilir. En acil ve ortalama çözüm olarak, her şehirde olduğu gibi bir Ramada günü kurtaracaktır.


- "Baharatlı yemem, Hint yemeklerini sevmem, ıyy bu bardak pis" insanlarındansanız, yanınızda bol bol konserve ile gidin. Seyahat uzun sürecekse, gitmeyin. Bu kadar net. Çünkü McDonald's, Kentucky, Pizza Hut gibi son derece standart zincirlerde bile soslar, baharatlar bir şekilde menülere sızmış durumda. Vejetaryen seçenekler de her yerde mevcut tabii ki, ancak lezzetler Türkiye damak tadından epey farklı. Benim hiçbir şikayetim yok elbette. Zaten, dünyanın o kadar güneyine inmişken, mızmızlanmayı bırakın ve her şeyiyle tadını çıkarın.

Yorumlar

  1. tavsiye kısmı için gerçekten çok teşekkrüler 'her yere işiyorlar, inek var hep bıdı' bıdısından o denli bıkmıştım ki :)

    YanıtlaSil
  2. =)gitmeyi düşünüyorsanız, dilerim seyahatiniz çok güzel geçer, döndüğünüzde sizin izlenimlerinizden de bir sonraki seyahat için faydalanabilirim.

    YanıtlaSil
  3. Ay bir sonraki seyahat ne zaman? vallahi oğlanı ekip kuyruğuna takılırım bilesin :))

    YanıtlaSil
  4. ne zaman istersen =)

    YanıtlaSil
  5. 3-6 Şubattaki fuar için Bangalore'ye gideceğim. Daha önce de yurtdışına çıktım ama Hindistan beni eksi yönde heyecanlandırıyor. Buradaki uyarıları dikkate alacağım. Teşekkürler

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Yorumunuz için teşekkürler.