Yeşil Domatesler ve Wu Wei

Pascal'ın en çok alıntılanan sözlerinden biridir, "insanlığın tüm sorunları insanın bir odada sessizce oturamamasından kaynaklanır".

Bir odada sessizce oturabilmek neyin kanıtı ya da ölçütüdür? Düşünecek öyle çok şeyimiz var ki düşünmelere mi doyamadık? O kadar yalnızız ve amaçsızız ki olacak daha iyi bir yerimiz ve yapacak daha iyi bir şeyimiz mi yok? Öyle kendimize yeterliyiz ki, bir odada tek başımıza öylece, deredeki kaya gibi, tepedeki ağaç gibi yaşlanabiliriz, bu mu amaç? Ya da öylece bir ağaç ya da taş gibi durmanın edilgen ve vazgeçmiş tarafındayız ve çürümekte miyiz, yoksa sessizce etrafı izlemekte, öğrenmekte, sindirmekte miyiz? Ama bir ağacın ya da kayanın öğrendiklerini paylaşacak sözcükleri yoktur ki - eğitimli göz, onun ne kadar zamandır orada olduğunu, hangi hava koşullarından etkilendiğini, kaç mevsim geçirip ne şekillere girdiğini anlayabilir. Ama deneyim, sadece koşulların sizi nasıl şekillendirdiği ve sizin olduğunuz yerde şekil değiştirerek ama devinmeyerek kalakalma süreniz midir?

Doğu felsefesi, daha doğrusu Lao Tzu, buna Wu Wei diyor. Dao De Jing'de anlattığı üzere, akıntıya karşı beyhude çaba göstermeden, akıntı seyrinde gitmek, suyun sizi şekillendirmesine izin vermek, koşulların doğasına uyum sağlamak. Atıllıktan ziyade, yorulmadan, su ile suyun doğasını ve şeklini kullanarak yenişmek. Savaş Sanatı'nda ise Sun Tzu, asıl sanatın düşmanı savaşmadan yenmek olduğunu söyler. Ahenkle, akılla, sükunetle. Macchiavelli ise, sular sakinken fırtınaya hazırlanmamak aptallıktır der. Sükunetin içinde bile temkinli olmak nasıl bir hayat vaadeder? Sürelki diken üstünde mi olmalı? Ağustos böceğinin komşusu karınca gibi, sürekli yarına hazırlanarak bugünü mü kaçırmalı? Sufizme göre, bunların çözümü sabırdır ve dirayettir. Yavaş akan su, taşı şekillendirir. Kuşları, ağaçları, gökyüzünü izlemeyi öğrenen, fırtınanın geldiğini çabasızca anlar. Aynı yöne doğru, her sefer farklı yolu da izlese, azimle ilerleyen adımlar yorgun argın da olsa, uzun yoldan da olsa, dilediklerine ulaşırlar.

Şu meşhur harf testine göre ben bir ENTJ'yim. Bu sınıflamalara yüzde yüz uyan var mıdır bilemem. Burçlara ve astrolojiye inanmam - benim için hurafe düzeyindedir, bununla kendimi ve başkalarını kalıplamam. Şu ya da bu şekilde insan kendini kategorize etmek ister ki bir gruba ait olsun, bir şekilde insanlığı, insan davranışınıve kendini in vitro inceleyebilsin, anlamlandırabilsin. Bu çoklu teori ve çabaların içinde illa bir taraf seçmek gerekecek ise, ben kollektif bilinçaltının ve çevrenin insanı şekillendirdiği görüşünden tarafım. Doğam tezcanlı, meraklı, konuşkan, dışa dönük. Dikkatim hep dağınık. Yetiştirilişim sabretmeyi, odaklanmayı, dinlemeyi, daha az konuşmayı öğretmek üzerineydi. Kendi halime bıraksalar şimdiki ben daha mı mutlu olurdu, ben o benden daha mı memnun olurdum bilemiyorum. Ancak hem ailemin, hem çeşitli eğitim kurumlarının hem de iş yerlerinin çabalarıyla şu an oldukça sabırlı biri olduğumu iddia edebilirim - hayatımı çok kolaylaştırdılar, müteşekkirim. İçim içimden taşsa da kendimi sakin tutmayı önemli ölçüde (tamamen değilse de) başarabildiğime inanıyorum. Bunda çocukluğum boyunca eve gelen/getirdiğimiz bilumum hayvanatın bakımının tarafımıza yüklenmesi de epey yardımcı oldu - kuşlar, kedi, köpekler, kaplumağa, tavşan, çeşitli akvaryumlar. Bir çeşit tevekkül de öğretiyorlar. 

Çok uzattım. Neticede, bir odada sessizce oturmak değil, suya bakmak, denizde olmak, denizin üzerinde süzülmekteyken yüzüme çarpan dalgaları ve rüzgarı hissetmek istiyorum. Bunun için de yıllar sonra yollardayım. Lao Tzu'nun ağacı olamam belki, Wu Wei benim için henüz uzakta ama bana deniz yeter. Kıyı kıyı gezmelerin arasına bir de göl kenarı sığdırdım. İznik'te durakladım. Buradan aktaracağım lezzet aslında bir bolu yemeğidir ama bu taraflarda da çok güzel yapan birilerini biliyorum :) aradım, baktım evdeler, durur muyum?

Sabah kahvesiyle öğlen yemeği arasında bir saatte uğradım. Öyle sıkı sıkı kucakladılar ki, "evet, eve geldim" dedim. Aç mısın diye sordu. Sen sorarsan hep açım dedim. En sevdiğim, en özlediğim yemeklerden biri vardı. Zeytinyağlı yeşil domates! Kahvemizi içtik, fal kapat dedi. Boşver dedim falları, torunları anlat, keçileri anlat, serayı anlat. Bir yandan salata yaptık, bir yandan dertleştik. Reyhan şerbeti de çıkarayım dedi, çocuk gibi sevindim. Yemekten sonra çaya da kal dedi - yok dedim, gideyim de biraz özleyeyim, yine gelirim. Midem dolu, kelbim ferah, devam ettim.

Zeytinyağlı domates, olabilecek en sade, en kolay tariflerden biridir. Hazır mevsiminde bulabiliyorken sıkça yapın, geçmek üzere.

Yeşil Domates Yemeği

Malzemeler:

2 iri yeşil domates - sert olacak, lokmalık kesilecek

1 tatlı kaşığı şeker

1 limon suyu

1 avuç pirinç

1/2 soğan, yarım ay da olur ince çentilmiş de olur

2 diş ince kıyım sarmısak

Zeytinyağı

Yapılışı:

Soğan, sarmısak, şeker, pirinci zeytinyağında kavurun. Domatesleri ilave edip bir-iki kez çevirin, limonu da ekleyip altını biraz kısın. Domatesler suyunu salınca bakın, suyu azsa göz kararı ilave edersiniz. Afiyetle.

Yancı:

Biz bol naneli, az semizotlu, dereotlu ve domatesli bir kaşık salatasıyla yedik. Yaz akşamlarında yenecek ise, ardından peach melba öneririm. Cennete gider gelirsiniz.

Ses:

Radyo çalıyordu elbette. Bir ara kulağıma çalınanı, en güzel söyleyenden buraya bırakayım. Radyoda söyleyeni hatırlamıyorum, zaten bu kadar iyi de söylemiyordu.

Günün Kelimesi:

Ev. Günün kelimesi ev. Ait olacak yer bulamayıp bütün gezegeni geze geze aranan şey.

Yıldız Günlüğü:

2022 yılı ağustos ayının 23'ü. Türkiye genelinde yağmur var. Birkaç gün evvel iki büyük trafik kazası oldu, ikisinde de trafik canavarı otobüs ve tırlar katliam yaptı. Sürekli yollardayım, keşke aynı zaman dilimlerinde bunlarla aynı yollarda olmasam. Dünyada gıda krizi büyüyor, büyük firmaların spekülasyon yapmasından endişe ediliyor. Ukrayna Savaşı sonrası büyüyen krizden Türkiye Tahıl Koridoru ile çıkmaya çalışıyor uluslararası toplum, ama krizin kaynağını önleyecek çözüm yok, bu krizlerin tekrarlanmasını önleyici yaptırım yok, savaş halen devam ediyor. İran'da hijab günü kutlanıyor, daytılan kapanma şekline uymayanların başına hiç hoş şeyler gelmiyor. Dünyanın her yerinde insanlar birbirlerinin hayatına burunlarını ve pençelerini dayatıyor, sınırını ve haddini bilmek, insana rahat nefes aldırmak yok. Mikro düzeyde de böyle, makroda neden farklı olacakmış ki? Amaan...


Yorumlar