Antalya, ben geldim
"İyi insanlar, deniz bana yaklaştıkça benden uzaklaşıyor" demiştim. Yanılmışım. Denizle falan alakası yok. Coğrafi bir sıkıntı falan da değil. Sorun benmişim. Tebdil-i mekanda ise bir ferahlık, bir rahatlık...
Geleli iki ay oluyor neredeyse, ama daha yeni yeni aydım "yeni"liğe ve artık başka yerli olmaya. Fena bir his değilmiş. İnsan kendinden uzaklaşamaz, nereye giderse gitsin. Ama beni ben yaptığına inandığım faktörlerin bir kısmından uzaklaşınca baktım ki, "kendim" dediğim insan da aslında fena biri değilmiş. Önemli olan fazlalıkları farkedip ağırlık atabilmek, yerine yenileri koyabilmek ya da eksikleri tamamlayabilmek. İstanbullu samimiyeti diye iğnelediğim güruhtan, İstanbul'un keşmekeşinden, zamanımı çalan ve sevdiğim ve yapmak istediğim şeyleri yapmama vakit bırakmayan her şeyden uzakta, yeniliğe alışmanın tadını çıkarıyorum.
Bunu bir kere daha yapmıştım, hayatımdan uzakta bir yıl ilaç gibi gelmişti, korkarım alışkanlık yapacak-ne diye korkuyorsam =) Yeni, taze, rengi başka, sesi farklı, kokusu güzel bir kent burası. Sabahına deniz, orta yerine iş günü, akşamına yine deniz, üstüne sinema sığdırılabilen bir yer. Dili bambaşka ama. Bir kere insanlarına pek güven olmuyor. Sıcaktan mıdır, yapısal mıdır, sözüne sadık değil. Ama mesafenizi koruduğunuz sürece zararlı da değil. İstanbullunun yalandan yakınlığı, tehlikeli ve sinsi dolaylılığı yok. Şark kurnazlığı durumu var ama o kadar bariz ki, İstanbullu ile imtihan edilen bu bünyeye hafif geldi.
İnsanı güvenilmez demişken, burada hayatımı paylaşan bir avuç insanın hakkını yemeyeyim. Yabancılık çekmeden, yalnız hissetmeden hemencecik Antalya'ya alışmamın sebebi kendileri. Eksik olmasınlar, perdelerimin kumaşından ev bulmama, keyifli akşam sohbetlerinden mangalda enfes köftelere, şehrin içinde aklıma gelmeyecek yerleri keşfetmeme kadar her ihtiyacım olduğunda yanımdalar. Üstelik beklentisiz, son derece hesapsız, alışmadığım için ağzım kulaklarımda gezinmeme sebep olan haller bunlar. Sanırım hayatın karşıma çıkardığı kötü insanları telafi etme şekli bu.
İşyerimdeki insanlar dünya tatlısı-sabah kahvesinde konuğum oluyorlar, öğlenleri deniz kenarında kahve, akşam üzeri ortak alanda akşam kahvesi derken, günümüz kahve üzeri sohbetle geçiveriyor. Gün boyu gelip-giden binbir türlü insan profil de cabası. İş arayanlar, eleman arayanlar, Zeytinköy'de kapı kapı gezip "neden çalışmıyorsunuz?" başlığı altındaki retorik soru eşliğinde düzenlediğimiz ev ziyaretleri, 19 yaşında okuma-yazma bilmeyen, "yeşil kart alacam ben" diyen iki çocuklu çocuklar, eşinin terk ettiği, iki çocuklu, birlikte yaşadığı kayınvalidesi çalıştırmam dediği için fakirliğe ve kendi hayatına mahkum kadınlar... Son derece arabesk bulduğum deniz yıldızı hikayesine inanmaya başlıyorum-biri için bile fark yaratabilsek bir ailenin hayatı ve geleceği değişecek.
Evim... güzel evim =) Bahçeli, bana kocaman ama yeni kalabalık hayatıma ancak yeten bir evim var. Bahçedeki çiçekleri seçerken, dikerken, sularken duyduğum huzura paha biçilemez. Ev ararken, "köpek giren eve melek girmez, ya duvarlarımı yerse?" diyen insanlar çıktı. "Rusa ve köpekliye ev vermeyiz, senet de isteriz" diyen haddini bilmezler gırla. Kaparosunu verdiğim ev ertesi hafta başkasına verildi. Ama hayatımın mihenk taşı "geç olsun güç olmasın" faktörü yine devredeydi, işe on dakika yürüyüş mesafesinde, bahçeli, köpek kabul eden ve sakin bir sokakta bir evim var. Dünya tatlısı komşularım da-daha ne isterim? Üstelik Çıralı'ya bir saat mesafedeyim. Gelsin Hayriye'nin erikli turtaları, mandabatmaz kahveleri.
Netekim, Antalya'ya gelip, mutlu olmayanı (kendi kendini mutlu etmeyi başaramayanı) dövüyorlar.
Tenis dersleri, yelken dersleri, rafting halleri ve kapari çiçeğinin çok pis batan dikenleri de kısmetse başka yazılara.
Geleli iki ay oluyor neredeyse, ama daha yeni yeni aydım "yeni"liğe ve artık başka yerli olmaya. Fena bir his değilmiş. İnsan kendinden uzaklaşamaz, nereye giderse gitsin. Ama beni ben yaptığına inandığım faktörlerin bir kısmından uzaklaşınca baktım ki, "kendim" dediğim insan da aslında fena biri değilmiş. Önemli olan fazlalıkları farkedip ağırlık atabilmek, yerine yenileri koyabilmek ya da eksikleri tamamlayabilmek. İstanbullu samimiyeti diye iğnelediğim güruhtan, İstanbul'un keşmekeşinden, zamanımı çalan ve sevdiğim ve yapmak istediğim şeyleri yapmama vakit bırakmayan her şeyden uzakta, yeniliğe alışmanın tadını çıkarıyorum.
Bunu bir kere daha yapmıştım, hayatımdan uzakta bir yıl ilaç gibi gelmişti, korkarım alışkanlık yapacak-ne diye korkuyorsam =) Yeni, taze, rengi başka, sesi farklı, kokusu güzel bir kent burası. Sabahına deniz, orta yerine iş günü, akşamına yine deniz, üstüne sinema sığdırılabilen bir yer. Dili bambaşka ama. Bir kere insanlarına pek güven olmuyor. Sıcaktan mıdır, yapısal mıdır, sözüne sadık değil. Ama mesafenizi koruduğunuz sürece zararlı da değil. İstanbullunun yalandan yakınlığı, tehlikeli ve sinsi dolaylılığı yok. Şark kurnazlığı durumu var ama o kadar bariz ki, İstanbullu ile imtihan edilen bu bünyeye hafif geldi.
İnsanı güvenilmez demişken, burada hayatımı paylaşan bir avuç insanın hakkını yemeyeyim. Yabancılık çekmeden, yalnız hissetmeden hemencecik Antalya'ya alışmamın sebebi kendileri. Eksik olmasınlar, perdelerimin kumaşından ev bulmama, keyifli akşam sohbetlerinden mangalda enfes köftelere, şehrin içinde aklıma gelmeyecek yerleri keşfetmeme kadar her ihtiyacım olduğunda yanımdalar. Üstelik beklentisiz, son derece hesapsız, alışmadığım için ağzım kulaklarımda gezinmeme sebep olan haller bunlar. Sanırım hayatın karşıma çıkardığı kötü insanları telafi etme şekli bu.
İşyerimdeki insanlar dünya tatlısı-sabah kahvesinde konuğum oluyorlar, öğlenleri deniz kenarında kahve, akşam üzeri ortak alanda akşam kahvesi derken, günümüz kahve üzeri sohbetle geçiveriyor. Gün boyu gelip-giden binbir türlü insan profil de cabası. İş arayanlar, eleman arayanlar, Zeytinköy'de kapı kapı gezip "neden çalışmıyorsunuz?" başlığı altındaki retorik soru eşliğinde düzenlediğimiz ev ziyaretleri, 19 yaşında okuma-yazma bilmeyen, "yeşil kart alacam ben" diyen iki çocuklu çocuklar, eşinin terk ettiği, iki çocuklu, birlikte yaşadığı kayınvalidesi çalıştırmam dediği için fakirliğe ve kendi hayatına mahkum kadınlar... Son derece arabesk bulduğum deniz yıldızı hikayesine inanmaya başlıyorum-biri için bile fark yaratabilsek bir ailenin hayatı ve geleceği değişecek.
Evim... güzel evim =) Bahçeli, bana kocaman ama yeni kalabalık hayatıma ancak yeten bir evim var. Bahçedeki çiçekleri seçerken, dikerken, sularken duyduğum huzura paha biçilemez. Ev ararken, "köpek giren eve melek girmez, ya duvarlarımı yerse?" diyen insanlar çıktı. "Rusa ve köpekliye ev vermeyiz, senet de isteriz" diyen haddini bilmezler gırla. Kaparosunu verdiğim ev ertesi hafta başkasına verildi. Ama hayatımın mihenk taşı "geç olsun güç olmasın" faktörü yine devredeydi, işe on dakika yürüyüş mesafesinde, bahçeli, köpek kabul eden ve sakin bir sokakta bir evim var. Dünya tatlısı komşularım da-daha ne isterim? Üstelik Çıralı'ya bir saat mesafedeyim. Gelsin Hayriye'nin erikli turtaları, mandabatmaz kahveleri.
Netekim, Antalya'ya gelip, mutlu olmayanı (kendi kendini mutlu etmeyi başaramayanı) dövüyorlar.
Tenis dersleri, yelken dersleri, rafting halleri ve kapari çiçeğinin çok pis batan dikenleri de kısmetse başka yazılara.
ama çok kıskandım yahu!!!
YanıtlaSiloğlan okula başlıyor 12 eylülde. o kadar oldu bilesin. öpüyorum. özlemle ve sevgiyle
Tesadufen bulmustum bu blogu, abone olduydum da cok ses cikmayinca heralde yazmayi birakti diye dusunduydum. Neyse, yeni yasamin cok keyifliymis, guzel gunler seninle olsun...
YanıtlaSilTeşekkür ederim.. Aslında daha sık yazmak istiyorum ama yazacak şeyleri biriktirip de yazmak daha keyifli oluyor bazen...
YanıtlaSilOkula mı başlıyor? Kıskanma, kalk gel =)