Hafta 1: Serbest Çağrışım

Halbuki ben çağırmadım. Bu düşüncelerin hepsini kovalamaya çalışıyorum ki rahat edeyim. Ama olmuyor. Bütün bunların-bu dünyayı irdeleme, anlamlandırma, öfkelenme ve çözümleme hallerinin-18 yaşımda kalmış olması gerekiyordu. Hortladılar. Halbuki “gözlemlemek” yoruyor beni, çok yoruyor.

Hafta 1: Çok Moda, Çok In...

Hussein Chalayan’ın 2009 ilkbahar-yaz koleksiyonunun adı Inertia. Çok hızlı. Tıpkı dünyanın güneyinde büyüyen ticaret açığı gibi. Dünyanın güneyi buradan bakınca sıcak, egzotik, gizemli, çekici. Ama dünyanın güneyinde, “alt”ta yaşayanlar dünyanın “hızla” büyüyen kısmının aşağıya bakacak vakti olmadığı için “gelişmiş” dünyanın çoktan büyük bir “hızla” geride bıraktığı hastalıklardan ve açlıktan ölüyor. O çok egzotik ve otantik hallerin sebebi aslında daha iyi bir varoluş halinin bilinmemesinden, ya da kuzeyin ve batının kötü birer taklidi olmaktan öteye gidememişlikten. Tablolar, sayılar koyabilirim buraya ama gidin, kendiniz bulun. Havamda değilim.

Dice Kayek ‘te siyah-beyaz ağırlıkta. Gri renge yer yok, her şey çok net ve keskin çizgilerle ayrılmış durumda. Oyunun kurallarını, çizgilerin yerlerini bilmeyen çizgiye basıp oyundan atılıyor. Hiç ağlamayın, el kitaplarını okusaydınız önceden...
Yoksa siz hala 2009 gardrobunuzu oluşturmadınız mı? Bol pantolonlar, kalem etekler, kısa ceketler ve bolerolar giyeceksiniz bu bahar. Kontekstimiz hem tanıdık hem yabancı bir hayal dünyası, dönemleri birbiri ile harmanlayacağız, “anakronistik” olacak her şey. Tıpkı Afrika’nın unutulmuş bir köyünde içme suyundan ve her türlü sağlık hizmetinden mahrum, okulsuz, yarını belirsiz ama cebinde son model cep telefonu olan bir adamla, “medeniyetin” göbeği İngiltere’den ailesi tarafından zorla Pakistan’a götürülen ve evlendirilen, kaçmak isteyince öldürülen Pakistanlı kızla aynı dünyada yaşıyor olma olasığımız ve gerçeğin kuru, katı, çok basit ve çok çapraşık sunumu gibi anakronistik olacak her şey. Eğreti. Göstermelik. Çok yalan, çok boş, bomboş.

Tekno romantik olacağız bu sezon. Çok eklektik, çok kentli, çok sofistike. Sade ve pastel, yumuşak ve nötr, koton, denim, akışkan. Kumaşlarımız Hindistan’dan gelecek. Hızlı moda ürünü giysilerimizi yapan Vietnamlı kadın 8 arkadaşıyla aynı küçük odada kalacak, sabah 5’ten gece yarısına kadar çalışacak, hatalı ürün çıkardığında işten atılacak ve köyünde bıraktığı ailesine para gönderemeyecek. Halbuki tarım arazilerine kurulan fabrika yüzünden artık köylerinde tarım yapılamıyor, zaten önceki yıllarda kesilen ağaçlar yüzünden yağmur da yağmıyor...

Fuşya, somon, lavanta giyeceğiz. Bir yerlerde birileri kimselerin haberi olmadan kendi sessiz kıyametini yaşayacak. Biz küçücük varlığımız ama kocaman heveslerimizle yolumuza devam edeceğiz.

Biraz daha uğraşsak daha boş bir uğraşı yaratabilir miyiz acaba? Elimizle yarattığımız şeye bu kadar kapılmak o kadar ilginç ki... Temel bir ihtiyacı alıp her sene milyarlarca dolarlık ticaret hacmine dönüştürmek yaratıcılığını başka bir yerde kullansak acaba neler olur?

Neyse, gitmem lazım, şehre ineceğim. Dolgu topuk mu giysem acaba? Guatemala’dan geldiği iddia edilen kahvemi içerken gazetemi okuyacağım, sinemaya gideceğim, bütün küresel nimetlerden faydalanırken bir yandan size ve kendime kızmaya devam edeceğim. Kendi içinde çok tutarlı bir tavır, dudak bükmeyin ve burun kıvırmayın, reca ederim... Haftaya 2. bölüm. Başka bir şey yazmaya karar vermezsem.

Yorumlar