ŞİRİNCE
2 yıldır tatil yapmıyordum, yapan insanlara karşı büyüyen hasetimi hissetmişsinizdir :) Annemle de vakit geçiremiyorduk ne zamandır, birlikte kısa bir tatile çıkalım istedim.
Bir süre önde aradım taradım, valide sultanla kafamızı dinleyebileceğimiz birkaç yer buldum. Hani şu Alice isimli kanal var ya hep söylerim şunlar kadar olamadık, ne kadar kıytırık olursa olsun her şeyi sanat eseriymiş gibi pazarlıyorlar diye. Hah işte o kanal validenin aklını Toscana ve üzüm bağlarıyla çeldi. Ben de zaten ne zamandır bir bağbozumu görmek istiyorum biliyorsunuz, gözümü karartıp Toscana’da bir çiftlikte ufak bir ev rezerve ettim.
Bir Gülay sultan klasiği, uçak biletini ayarlamışım –neyse ki almamıştım-, yeri ayırtmışım, valize koyulacak giysilerimi bile seçmişim, o kadar hazırım… Son anda “Ben sıkılırım orda bir hafta” dedi!! Yıkıldım tabii, ama yılmadım, annemi alıp tatile gideceğim.
Uzunca bir süredir internette görüp hakkında methiyeler okuduğum Nişanyan Evleri’ni gözüme kestirdim. Sitedeki yazışma adresine mail gönderdim. Küçük Oteller Kitabı’nı, Kimsenin Bilmediği Olağanüstü Yerler’i, Ankara’nın Doğusundaki Türkiye’yi, ayrıca Türkiye’nin coğrafi bölgelerini tanıtan kitapçıkları benim bildiğim 2001’den beri eşi Müjde Hanım’la birlikte kaleme alan, ayrıca Türkçe’nin etimolojik sözlüğünü hazırlayan ve bir de Sürprizler Kitabı yazan Sevan Bey yanıtladı sağolsun. Şirince’deki evlerinden birinde kalmanın uygun olacağını konuştuk (yazıştık?) Kerevetli mi, Cumbalı mı, Hamamlı ev mi derken annem yine vazgeçti. Kendimi ödüllendireceğim, çok yorgunum, bir de ekilmişim ya… Tek başıma gitmeye karar verdim. Bir yıl olmuş sanırım aşağı yukarı, köşkün yukarısındaki araziye beş adet minik ev yapmışlar. Biri benim.
Cumartesi sabah İzmir’deyim. İzmir izlenimlerini yazının sonuna saklıyorum :) Burakçım beni İzmir’den alıp Şirince’ye kadar götürdü sağolsun. Şirince’nin içinden Nişanyan Evleri’ne çıkan yol ikimizi de düşündürdü açıkçası, yolun sonu hayal ettiğimiz kadar güzel olmayabilir diye. Sonraki beş dakika yolun sonundaki hayal edebileceğimden çok daha güzel mekana ulaştırdı bizi. Burak’ın “iş”leri vardı (sarışındı sanırım :p) o yüzden ne kadar beğense de kalıp mekanın, manzaranın ve havanın tadını çıkaramadı. Bense acilen yerleşip evimden başlayarak etrafı keşfe çıktım. Nefis bir manzaraya bakan küçücük evime ilk görüşte aşık oldum. Kapıma, dolaplarıma, kandile, sallanan sandalyeme, kapının önündeki sedire, merdivenlere…
Aklımda bir fincan kahveyle köşke seğirttim sonra. Köşkün mutfağı uzun zaman öncesinde kalan güzel günlerin kokusunu taşıyor. Hepinizin çocukluğunda vardır sanırım –umarım- o koku. Ev kokusu. Anneannemin mutfağının kokusu. Köşkün kapısından girer girmez kendinizi evde hissediyorsunuz zaten. Havluların çarşafların sakızlığı da cabası (benim bu konuda ne deli olduğum malum). Ayrıca kendinizi evinizde hissetmenizde personelin de katkısı çok büyük. Acaip sevimliler, çok canayakınlar, çözümcüler. Ben kahve hayaliyle mutfağa daldım ama kahve saçma bir fikirmiş. Gamze bana Ummuhan ablanın pırıl pırıl çayının yanında Zeynep’in yaptığı nefis kekle çay ikram etti, mutlaka siz de aynı şekilde şımartılmayı talep edin, kahve falan çıkıp gidecek aklınızdan :)
Köşk, yalnız kalmandan huzur bulmak için bulunmaz bir yer. Kütüphane çok hoş, Haris Alexiou eşliğinde de gayet keyifli. Kitapların bir kısmında gözüm kaldı, ayrıca müzik konusunda da gayet huzurlu seçenekleriniz var, Fransızca şarkıları çekilir kılan çok az insandan biri olan Arielle Dombasle gibi mesela.
Huzur isterim kimseyi görmesem de olur diyorsanız İlyastepe’ye gidelim.
Bizim “bölüm”le yani İlyastepe kısmıyla ilgilenen başka gülen yüzler var, Arzu’yla İsmet. Onlar da ciddi ciddi şımarttı beni (sanki daha fazla şımarabilirmişim gibi). Ev o kadar rahat ki –en azında benim için- telefon, televizyon, internet gibi lüzumsuz detayları gözünüz de aklınız da aramıyor. Zaten cell şebekelerinin kapsama alanındasınız, e-mail okumadan yaşayamam işkoliğim diyenlerdenseniz köşkte internet bağlantısı var zaten. Çok gerekirse tabii. Ben böylesi bir huzurun o tür yan etkilerle bozulmasından yana değilim. Evime aşık olduğumu yazmıştım yukarılarda bir yerlerde zaten, Cumartesi’nin geri kalanını orada geçirdim. Akşam yemeği ise tam bir sürprizdi. Kırmızı et yemem n’apsam diye düşünürken menüde zerdeçallı tavuk ilişti gözüme. Harika bir seçenek. Israrla isteyin. Ve olur da hala yeriniz kalırsa ya da benim gibi obursanız keçiboynuzlu parfeyi deneyin. Büyüleyiciydi. İsa’dan tarifi istedim tabii, ama usta sırrını vermez. İsa tarifi gönderse de ben sizlerle paylaşmam :)
Pazarı köyde geçireyim dedim. (Köye inerken köşkün yanından inen kısacık kestirmeyi kullanın. Diğer yoldan inerken KEÇİ saldırabiliyor. Horoz ve köpek de :))Nişanyan’lardan evvel de böyle canlı mıydı bilmiyorum, ama eminim katkıları çok büyüktür. Turistik bir yer olduğu için her yer açık. Pek çok turistik yerin aksine esnaf insanı boğmuyor, üstüne gelmiyor, ayrıca onlar da güler yüzlü. Nedeni çoğunluğunun 60-70 yaşlarında maviş gözlü teyzeler olması mı acaba? Şirince’de bir üreticinin vişne şarabı geçen yılın birincisiymiş. Denedim, fena değil ama benim gönlümün sultanı bir başka markanın, haydi söyleyeyim, KÜP’ün kalibresinde bulmadım pek. Aygül’ün ve Sevinç Hanım’ın pek sevdiği şeftali şarabı da fazla tazeydi, lezzeti ve kokusu oturmamıştı. Kavun ve çilek şaraplarına ise bittim. Şirinceliler bana kızmasın ama bir dahaki ziyaretim meşhur şarabı için değil, evleri, sokakları, insanları için olacak Şirince’ye. Kiliseye yakın bir yerde, Üzüm’de bol köpüklü bir Türk kahvesi içtim. Sahipleri yeni emekli olmuş ve İstanbul’dan Şirince’ye gelip yerleşmişler. İdeal hayat. İstanbul’un çekilir tarafı kalmadı, her geçen gün iyiye gittiğini de kimse söyleyemez diye düşünüyorum.
Sevan Bey kadroda boş yer bulup beni işe alırsa ben de benzer bir huzuru bulabileceğim :) Personeline bu kadar iyi davranan patron görülmüş müdür acaba?
Ah, ufak bir detayı atladım. Pazar sabah 9 gibi evden çıktım. Kahvaltı için yandaki eve geçtim. Kahvaltıları 3 kişilik hazırlıyorlar, reçelleri ve peynir-ceviz-taze nane ile hazırlanan kahvaltılığına da ölüp bitersiniz hiç şüphem yok. Neyse, 7’den beri yağan yağmur pek hafiflememişti o ara. Mutfağa adımımı atar atmaz bir gümbürtü koptu. Kapıyı mı kırdım acaba diye düşünürken ampullerden ve prizlerden çıkan ışık yağmurun eşlikçisi yıldırımları hatırlattı. Elektrikler kesildi tabii, bizim pek ihtiyacımız yok ama kullanılan cihazların tümü pert olmuş olabilir diye düşündük. O ara komşu evler de geldiler kahvaltıya,yağmur dinene kadar mutfakta kaldık. Yağmurdan sonra fotograf makinesini almaya eve geçerken merdivenlerdeki “çömlek” parçaları dikkatimi çekti. Sabah çıkarken fark etmemişim, rüzgar saksı devirmiş diye düşündüm. Ustalar gelip evlerdeki elektrik tesisatına bakım yapacak, uzun iş. Makineyi alıp köşke geçtim, insanlar yıldırım düşen bir evi konuşuyorlar. Arada adımı duyuyorum ama okuduğum kitap çok heyecanlı, dedektif katili buldu bulacak. Eve dönmeye karar verdim bir süre sonra, merdivenlerde Müjde hanım’ı gördüm (saç rengine ve ayakkabılarına bayıldım). Meğer yıldırım düşen ev benim evimmiş, 10 saniyeyle beni ıskalayıp çatıya isabet etmiş. Benim kırık saksı parçaları da çatının kiremitleriymiş. Bozuntuya verir miyim, o ana kadar fark edemediğimi söyler miyim ? Ayakkabılarımın tabanı iyi ki lastik diye konuşurken boynumdaki kolyeyi hatırladım, iyi ki o anda orada değilmişim.
Elektrik tesisatının tamiri sarkınca “sizi köşke alsak olur mu” diye dünden razı olduğum soru geldi. Sorulur mu, ne sakıncası olacak. Köşkün odaları da İlyastepe kadar sade ve konforlu, bilginize.
İzmir'den en sonda behsedeceğim demiştim. Otobüsümün kalkmasına 5 saat kala İzmir'e gelmiş bulundum. "Güzel İzmir" der durur İzmirliler. Neresi güzel anlamadım. Konak'a geldim, Burak'ın işyeri orada diye (Burak kaç oradan, 3 gün aralıksız çalıştırılır mı insan?). Sonra Kuzeyde Bir Yer Kardeşliği'nden Levent gelip kabusa son verdi, minnettarım. İzmir'in de büyük bir şehre benzer yerleri varmış. Aman Konak'a gitmeyin. Mihmandarınız/ev sahibiniz yoksa ve İzmir'de zaman geçirmek zorundaysanız Alsancak'a gidin...
Şirince tatilinin özeti budur hanımlar beyler. Burnumuzun dibinde Toscana’ya pabucunu ters giydirecek ne saklı cennetler var. Saklı da değil hatta, sayfalarca yazıya dökmüşler emek verip. Hararetle öneririm. Hoş sohbetini esirgemeyen Sevan Bey’e ve Müjde Hanım’a, tabii ki ekibe de, kocaman teşekkür ederim…
fazlasiyla ikna oldum, kesinlikle siradaki destinasyon:)
YanıtlaSilbenim için de bir kere daha gezin =)
YanıtlaSil