Etap 1-Çıralı




Ian Anderson, Life is a Long Song der. Hayat uzun bir şarkıdır-geçen hafta da oldukça keyifli bölümlerinden biriydi.

Tatil ekibi, iki sene önceki gibi, D., E. ve bendenizden menkul (Hayır D. ve E. arananlar listesinde falan değil, sadece adlarının kamuoyuna açıklanmasından hoşlanmıyorlar). Benim için tatil, hava alanına gitmek için taksiye bindiğim an başladı. E.'nin bu konudaki yorumu kiraladığımız araca binmeden tatilin başladığına inanmayacağı şeklinde-çünkü THY'nin azizliğine uğramış ve biletin akıbetini bilen yok.

Bindiğimiz uçakta açılışı yine hep beni bulan bir durumla yapıyoruz: uçağın içi kreş gibi. Ağlayan, bağıran. Yanlış anlaşılmasın, çocukları çok severim, ama mümkünse derdini ağlayarak anlatmayı tercih etmeyen mizaçta ve yaşta olsun. Sayıyoruz, tam 14 çocuk var uçakta, ve E. bir daha benim bulunduğum araca binmeyeceğini iddia ediyor.

Antalya'da iniyoruz. Artık cüzdanda kadim bir yer edinmiş ehliyetim pırıl pırıl, ilk günkü gibi duruyor. Yani araç kullanmasını bilen üç, fiilen kullanan iki kişiyiz-ben de bu nedenle arka koltuğa konuşlanıp uykuya geçiyorum. Hava karardıktan sonra Çıralı'ya ulaşıyoruz. 


Karanlıkta pek bir şey görünmüyor, ama Serpil hanım bizi karşılamak için Akdeniz Bahçesi'nin önünde bekliyor. İki yanı ışıklı yoldan Yeşil Ev'e ulaşıyoruz. E. ve D. uykuya geçerken ben bütün gün uyumuş olmanın sayesinde cin gibiyim. Mumları yakıyorum, ve sessizliği dinlemek üzere hamağa uzanıyorum. Hamak-tatil korelasyonuna olan yakın ilgim malum... O sırada bir takım sesler geliyor, kalkıp bakınıyorum ama görünürde bir şey yok. Bahçedeki tavuklara ya da köpeklere yorup tekrar tembellik moduna dönüyorum ama ses devam ediyor. Gidip yatıyorum ben de, sabun kokulu yastıklara (sayın Hekim, tam misafirlik yani). Sesin kaynağı ertesi gece ortaya çıkıyor: kirpiler!










Sabah İpek Pastanesi'ne gidiyoruz D. ile, anneanneminkilere yakın lezzeti beni şaşırtan nefis poaçalarla dönüyoruz. Yeşil Ev'in reçelleri kahvaltının en çok oyla birinci seçilen ögesi oluyor-turunç, portakal, ayva.

Ve tabii kahvaltı sonrası deniz... Çok sevdiğim, huzur bulduğum yerlerle ilgili yazmaya/konuşmaya korkar oldum. Yıllardır Kaş'ı anlatır dururum, bu yılki halini ilerleyen yazılarda okursunuz, resmen işgal altında Kaş, ve benim için bitmiştir. Çıralı için, Bir zamanlar Kaş hakkında söylediklerim geçerli-insanı içine alıyor, ve geri dönme isteği yaratıyor. Yine de, bir gazetenin hafta sonu ekinde "saklı cennet çıralı" başlığını görünce içim burkuldu-demek ki artık saklı olmaktan çıktı. Umarım istilaya uğramaz...

Deniz demiştim, kaldığım yerden devam edeyim-deniz pırıl pırıl, tam şnorkel meraklılarına göre. 3.2 km'lik kıyı şeridi hem 1. derece sit alanı hem de Caretta Caretta'ların Türkiye sınırları içindeki yumurtlama bölgelerinden. Yuvalar kafeslerle koruma altına alınmış, konuklar da yumurtalar, kafesler, yaramaz çocuklar, meraklı evcil hayvanlar ve fazla iyi niyetli olmak konusunda uyarılıyor-yavruları denize götürmeye kalkarsanız, dönüş için yolu öğrenmesine engel oluyorsunuz. Ayrıca yumurtadan çıktıklarında eğer başka bir ışık kaynağı varsa buna yönelip yollarını kaybediyor ve ölüyorlar, dolayısiyle geceleri kaplumbağa gözlemek için kumsala konuşlanmak iyi bir fikir değil.

Çıralı ve Olympos arası yürüyerek 15-20 dakika. Araçla gitmek çok uzun ve zahmetli. Antik kentin içinden geçip denize karışan nehir, bir su medeniyetinin içinde olduğunuzu hatırlatıyor.Antik kentin yanısıra, Olympos çevresinde görülebilecek pek çok yer var (yeni adı cazibe merkezi miydi?) hepsinden bahsetmeyeceğim, pek çok seyahat rehberinde var zaten.   Yanartaş bunlardan biri. Söylencelere göre Bellerophontes'in Pegasus'un sırtında canavar Chimaera'yı öldürdüğü yer burası-ateş de Olimpiyat ateşinin kaynağı. Malum, Olympos'dayız... Ateşin asıl kaynağı ise yeraltından sızan gazlar. Yanartaş'tan inişiniz geç saate kalacaksa yanınıza bir fener alın. Örenyeri girişinde de kiralayabilirsiniz, ama yol boyunca döşenmiş taşlar adımlanmaktan aşınmış, aydınlıkta da karanlıkta da dikkatli olmak gerekli.


Deniz ve antik kent gezisi sonrası, öğleden sonra keyfi için erikli turta-Türk kahvesi ikilisini öneriyorum, mutluluktan ağzımız kulaklarımıza vardı.





Çıralı'daki üçüncü ve son günümüzde sabah tekrar denize koşuyoruz. Serpil hanımla ve Akdeniz Bahçesi ile vedalaşırken, Serpil hanım bize atelyesini gezdiriyor-civarda artık pek kilim dokuyan kalmamış, ama atelyede bir kilim tezgahı, bir el tezgahı ve bir de neredeyse yüz yaşında bir bez dokuma tezgahı var. Kilim tezgahında bizim kaldığımız Yeşil Ev için dokunan kilim var.

Öğlen, fonda bu yazın şarkısı, elimizde Türkiye gezi rehberi, aklımızda iki yıl önceki Kaş ve meydanda içtiğimiz kahve, öğlene doğru yola koyuluyoruz. 



Sonraki etap: Kaş (Çukurbağ)

Yorumlar